Dört Büyükler Büyükçekmece’de: Zihni Göktay, Önder Bali, Lale Belkıs, Ömür Göksel

Dört Büyükler Büyükçekmece’de: Zihni Göktay, Önder Bali, Lale Belkıs, Ömür Göksel

Türkiye’nin büyük sanatçıları Önder Bali, Lale Belkıs, Zihni Göktay ve Ömür Göksel Büyükçekmece’de bir araya geldi. Dört dev sanatçının bu büyük buluşması, Büyükçekmece AKM’de düzenlenen müthiş bir organizasyonla taçlandı.  

Cumhuriyet tarihine isimlerini altın harfle yazdıran dört dev sanatçı Büyükçekmece’de buluştu. Onları bu eşsiz coğrafyada bir araya getiren şey usta müzisyen Önder Bali için Büyükçekmece Belediyesi Kültür İşleri Müdürlüğü tarafından düzenlenen ‘Sanatta Değerlerimiz’ isimli etkinlik oldu. Lale Belkıs, Önder Bali, Ömür Göksel ve Zihni Göktay ile Büyükçekmece Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen o müthiş etkinlik öncesi bir araya geldik. Birbirinden değerli dev sanatçılarımızla, sanat dolu bir söyleşi gerçekleştirdik.

Zihni Göktay

“Biz birbirimize tiyatroda asla yumruk atmadık”

Sayısız tiyatro, sinema filmi ve dizide rol aldınız. yüzlerce karakterin sesi oldunuz. 28 yıl boyunca ‘Lüküs Hayat’ın Rıza’sına hayat verdiniz. Bu istikrarın sırrını nasıl açıklarsınız?

Hayatın ne kadar çabuk geçtiğini geriye dönüp baktığınızda anlıyorsunuz. Sonra da bunları yaşamışız, diyoruz. Lüküs Hayat’ta 28 yıl boyunca külhanbeyi ve maço bir karakter olan Rıza’yı canlandırdım. O yapıda bir insan olmamama rağmen bunu oynadım. İşini, aşını, eşini seveceksin. Bu üçünü sevdin mi işler yolunda gider, başarı ve istikrar da ardından gelir. Tiyatroda, balık yağı içer gibi sevmeden oynayamazsın. Benim etrafımda 28 yıllık ‘Lüküs Hayat’ sürecimde 114 kişi değişti ama ben bıkmadım oynadım. Kimi Allah’ın emriyle, kimi ise “bıktım artık oynamak istemiyorum”, diyerek ayrıldı aramızdan. Kimi de emekli oldu.

Peki dillere destan Lüküs Hayat serüveniniz nasıl başladı?

Bir gün Suna (Pekuysal) Abla ile Radyo Evi’nden dönerken karşılaştım. Ordu Evi dolaylarındaydık. Suna Abla o sıralar bizim tiyatroda değil Egemen Bostancı’da oynuyordu. O gün bana Lüküs Hayat’ı sahneye koyulacakmış, dedi. Ben Lüküs Hayat’ı Muammer Karaca’dan seyretmiştim. Bir gün bu oyunu oynamayı çok istiyordum ve bu dileğimi evrene yollamıştım. O sıralarda Eminönü Halkevi’ndeyim… Yapı olarak kimseden rol isteyen biri olmadım. Rol seçme şansım da olmadı. Önüme ne gelirse oynadım. Lüküs Hayat seçmelerinde ilk kez kendim için bir rol istedim ve o rolü aldım. Bu oyun için ettiğim dualar, bir anlamda 22 sene sonra kabul oldu. 28 sene boyunca çok güzel turneler, çok güzel sahneler yaptık.

Lüküs Hayat 28 yıl boyunca harfi harfine aynı teksten mi oynandı?

Aslında oyun bana ilk geldiğinde 2,5 saat sürüyordu. Ancak ben bazı değişikliklerle 3,5 saate çıkardım. Çünkü zaman değişiyor ve 1930’ların başı için yazılmış bu operetteki bazı espriler bizim dönemimizde seyirci tarafından pek de ilgi görmüyordu. Lüküs Hayat’ta ufak güncellemelerle, entrikayı ve iskeleti sağlam tutarak 28 sene oynadık. Oyunun yönetmeni olan Haldun (Dormen) Ağabey, benim ufak değişikliklerime ve doğaçlamalarıma çok kızardı. Oyunu izlemese de yaptığım değişiklikler Haldun Ağabey’e, o akşam izleyen başkaları tarafından ulaştırılırdı. Hatta cunta döneminde bile oyunun teksini değiştirmişliğim var. Askerler normalde tek bir harfin bile değişmesine izin vermezlerdi ancak ben değişiklik yapmama rağmen herhangi bir sorun yaşamadım.

Zihni Bey, son dönemde sanat kavramının için boşaltıldığını düşünüyor musunuz?

Benim çok ağrıma giden bir şey var. Bu durumu mesleğime çok büyük hakaret olarak telakki ediyorum. TBMM’de kavga ediyorlar. Bunlar değişik siyasi partilerdeki insanlar. Bir tanesi, “Burayı tiyatroya çevirdiniz, yapmayın arkadaşlar” diye sesleniyor. Şunu söyleyeyim, biz birbirimize tiyatroda hiç yumruk atmadık, bardakla su da atmadık. Münakaşa yaptık, münazara yaptık ama hiç yumruk atmadık, yakamızdan tutup birbirimize şiddet uygulamadık. Yine TBMM’de bir tartışma esnasında başka biri, “Susturun şu soytarıyı yahu” dedi. Bilmiyor ki, soytarılık okuluna Rusya’da 4 bin kişi müracaat ediyor ve sadece 4 kişi alınıyor. Bunları bir gün bir gazeteciye söyledim, “Ağabey bunu keser atarız, yayınlayamayız” dedi.

 

Kavgasız geçen tam 28 yıl

“Önder Bali ile çok güzel günler geçirdik. Kendisini önceden de tanıyordum ama ilk kez Lüküs Hayat’ta beraber çalıştık. Turnelerde, oyunlarda birbirimizi hiç incitmedik. Bizim ona saygımız onun bize olan sevgisi örnektir."

 

Önder Bali

Son dönemde üretilen parçalar kaliteli değil

Önder Bey, hayatının odak noktasına notaları almış bir kişi olarak, müziğin sizin için ne ifade ettiğini özetleyebilir misiniz?

Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Bir insanın işi ne olursa olsun o işi doğru bir şekilde yapmalı. Bu durum müzik söz konusu olduğunda ise her parçayı her tondan çalabilmek anlamına gelir. Bazı isimler vardır, lakapları ‘Do Emin’, ‘La minör Ahmet’ gibidir. Bunun nedeni yeteri kadar kendilerini geliştirmemeleri veya bilgilerinin olmaması olarak açıklanabilir. Ben sanat hayatım boyunca her şarkıyı her tondan çalabildim. Konservatuara girişim 1949 yılına denk geliyor. Sınavlara 100 kişi girmiştik ve ben kazanan dört kişiden biriydim. Tam puan almıştım. Hiç unutmuyorum, rahmetli babaannem, konservatuar sınavlarına girmeye karar verdiğimde, “Öyle şey olmaz. İman tahtana gavur aleti koyma” demişti. Allah’tan beni konservatuara vermişler, yoksa benden başka bir şey olmazdı. Ben müziği seviyorum. Müziksiz yaşayamam. İşte sırf bu nedenle okullar açtım. Sürekli öğrettim, ürettim ve halen de üretiyorum.

Türkiye’de müziğin kalitesinin düştüğünü düşünen sanatçılardan mısınız?

Benim dönemimde konservatuar mezunu arkadaşlarım pop, klasik ve opera çalan kuşaktandı. Çaldıkları parçanın hakkını veriyorlardı. Konservatuarda Cemal Reşit Rey, Seyfettin Asal, Sezai Asal, Raşit Abet gibi büyük isimlerden dersler aldık. Bütün okul 35 kişiydi. Sınıflar ikişer üçer kişiydi. Mesela benim sınıfım iki kişilikti. Müzik bilgisinin yanında kültür dersleri de alıyorduk. Müzik olmadan mutluluk olmaz zaten. Sabah kalkarsın açarsın çalmaya başlar… Yemekte, yatakta, her yerde çalar. Müzik ya yapılır ya da yapılır. Türkiye’de bugünlerde 50 parça yapılıyorsa şu anda hepsi minör parçalar. Çünkü minör ağlatır, hüzün verir. Bunun nedeni, minör şarkı yapmanın çok kolay olması. O kadar kolay ki, adam gitarı alıp kendince işi bitiriyor. Major bir beste yapmak içinse kişinin belli bir müzikal altyapıya sahip olması gerekir. Son dönemde üretilen neredeyse hiçbir parçayı kaliteli bulmuyorum. Neredeyse dinlediğim tüm şarkılar aynı. Milletin müzik kalitesi de maalesef belli bir noktayı geçemiyor. 

Peki sayısız parçaya hayat vermiş bir müzik insanı olarak telif hakları hakkında ne söylemek istersiniz?

Biz işimizi sevgiyle olduğu kadar saygıyla da yapardık. Bu durum hiçbir zaman değişmedi. Dediğim gibi 1949 yılında konservatuara girdiğimde Taksim’den Şişli’ye kadar 12 gece kulübü vardı. Buralarda Türkiye’nin en iyi müzisyenleri en baba orkestraları çalardı. Bir dönemin en önemli müzik olayı olan Eurovision saat 21:00’da başladığında, biz 23:00’da repertuarımıza birinci olan şarkıyı almış olurduk. O günkü imkansızlıklara rağmen müzikal gelişmeleri de elimizden geldiğince takip etmeye çalışıyorduk. Çıkardığım albümlerdeki parçalar oldukça sevildi. Türk filmlerinin büyük bir bölümünde benim şarkılarım yer aldı. Televizyonlarda, sosyal medya kanallarında halen benim müziklerim çalıyor. Ancak 1 kuruş dahi telif alamıyorum. Sanatın baş aşağıya gitmesinin nedenlerinden biri olarak da bu durumu görüyorum.

Adını Önder koymuşlar çünkü

“Güzel adam Atatürk, 1938 senesinde hayatını kaybetti. Ben de 1938 yılında O’nun doğduğu yer olan Selanik’te açmışım gözlerimi hayata… O’nun gözleri de mavi benimkiler de mavi. Babam bu yüzden adımı Önder koymuş.”

Lale Belkıs

Seslendirdiğim her şarkıyı severek okumadım

 Siz Türkiye’nin ilk ‘milli manken’i ve filmlerdeki kötü karakterli rollerinizle tanınıyorsunuz. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Yeşilçam’ın Kötü Kadını yakıştırmasını hiçbir zaman benimsemedim. Bu durum benim kötü karakterleri oynamayacağım anlamına da gelmez. Fakat sinemanın dışında ses sanatçısı, söz yazarı, tiyatro oyuncusu, dublaj sanatçısı, şair, yazar ve ressamlık gibi hünerlerim de var. Manken olarak ünüm yayılmaya başladığında gelen ilk sinema tekliflerini ilk başlarda reddettim. Ancak yakın çevremin yoğun ısrarlarına dayanamayarak, Pangaaltı Tiyatrosu’nda sahnelenen ‘Evlilik Dolabı’ oyunundaki rolümle podyumlardan sonra tiyatro sahnelerine de adım attım.

Lale Hanım siz çok yönlü bir sanatçısınız. ilgilendiğiniz sanat dalları arasında sizin için ön plana çıkan bir başlık var mı? Ayrıca müzik serüvenine nasıl başladınız?

Aslında sanatın her dalı çok güzel. Ben bugüne kadar ilgilendiğim bütün sanat dallarını çok önemsedim ve hepsini severek icra ettim. Şarkıcılık ve müzikle ilgilenmem ise mankenlik yapmam ile başladı. İlk zamanlarda biraz daha ağır parçalar söylüyordum. Ancak o günkü repertuvarımda hafif parçalar da yer alıyordu. Orta okulda Fransızca eğitim almıştım. Bu nedenle Fransızca ve İngilizce şarkılar da seslendiriyordum. Yine de şarkı söylemeye başladığım ilk dönemde manken olduğum için müzisyenlerin eleştirilerine maruz kaldım. ‘La Vie En Rose’, ‘La Maritza’ gibi dönemin önemli hitleri de repertuvarımda vardı. Ayrıca Türkçe ‘Umut’ isimli harika bir parça yaptım. Doğduğum Ev isimli şarkının sözleri de bana ait. Son dönemde ‘Hayat Zor’ isimli bir şarkıyı seslendirdim. Bu şarkıda Şahkan isimli genç bir arkadaşla düet yaptık. Ben aslında çok ‘lay lay lom’ şarkıları sevmiyorum. Evet, bazı şarkıları söylemeyi de hiç sevmedim ama zaman zaman dinleyicileri de göz önüne almak zorundaydık.

Önder Bali çok destek oldu

“İnsan mecburen kendini bulduğu yerlerde çalışmak istiyor. Ben bazı müzisyen çevreler tarafından eleştirilsem de Önder Bali’nin çok desteğini gördüm. Kendisiyle çok güzel sahnelerde bulunmaktan dolayı gururluyum.”

 

Ömür Göksel

Sanat şu an çok sığ yerlerde

Ömür Bey, sizce 1960’lardan günümüze sanatsal anlamda ne değişti? Sanat şu anda o kadar sığı yerlerdeki, biz dönemimizde okyanuslarda yüzüyormuşuz. Şimdi o kadar karaya vurdu ki, sanat denizinde yüzmenize gerek kalmadı, yürüyerek de karaya çıkabiliyorsunuz. Toplum olarak, maalesef sanatsal işlerin çok uzağında kaldık. Allah’tan ben TRT Caz Orkestrası’nın solistliğini yapıyorum. Orada sevdiğim şarkıları seslendirebiliyorum. Dinleyicisi az da olsa mutluyum. Sonuçta istediğim şeyi yapıyorum.

 “Şarkıların hepsi birbirine benziyor”

Yurt dışından bir arkadaşım Türkiye’deki evime ziyaretime geldi. Bana radyolarda, popüler müzik olarak ne çalındığını sordu. Ben de hemen radyoyu açarak kendisinin dinlemesi için yardımcı oldum. Radyoyu dinledikten yaklaşık 20 dakika kadar sonra, arkadaşım bana, “Bu ne kadar uzun bir şarkı” dedi. Aslında şarkı uzun değildi. Onun dinlediği dördüncü şarkıydı. Yani bizim son dönemdeki popüler şarkılarımızın neredeyse tamamı birbirinin aynısı. Şarkıların ne finali var ne de girişi.

 

Önder Bali Abd'de doğsaydı

Önder Bali, klarnetini üfleyişi ile kendini dünyaya ispatlar. Bugün dünyanın en ünlü klarnetçilerinden biri olarak bilinen ABD’li ‘Keny G’, eğer Önder Bali ABD’de doğsaydı inanın onun paltosunu tutardı.

 

 

 

0 YORUMLAR

    Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...
YORUM YAZ